Translate

7 Eylül 2013 Cumartesi

      :)) Merhabalar efendim..... Balkonda oturmuş bulunmaktayım şu anda, hafiften bir rüzgar esiyor ... Ezan okunuyor, yatsı ezanı... Az önce sevgili'nin kankisi gelmişti :) Hala bizde, hatta şu an yanımda çayla sigara içiyor... Ayy Allah'ım Recep İvedik'in taklidini yapıyorlardı ki hiç sempatim bulunmamaktadır kendilerine... Bi baktım Naz da yapmaya başladı... Fotokopi makinası gibiler bu minikler yahu, dehşete kapıldım bi anda... Ayy Allah'ım "ne olur hanımefendi bi kız olsun" diye dua ederken buldum kendimi :))) Bazen espri yapıyolar kendilerince -etrafımızda hanzo tipli insanlar dolu- "Naz Alemin Kralı diye bir dizi vardı ya belki denk gelmişsinizdir oradaki küçük kız gibi olacak bu hanımefendi kız gidecek yerine kıro diye tabir ettiğimiz bi kız gelecek, içinde var O nun diyorlar" güya espri yapıyorlar ama benim aklım gidiyor... Öyle çok kötü örnek var ki ne yazık ki etrafımızda... :'(
        Neyse yahu nerden geldiysem şimdi yine buraya...   Sevgiliyle gittiğimiz bir balo vardı, biliyorsunuz ki abiye bulmak işkence ki bundan bi kaç yıl önce daha da işkenceydi... Her ne kadar bolerolu elbiseleri ve eşarp yaptırmayı sevmesem de el mecbur bulamayınca kafama göre birşey bolerolu bir elbise giydim ve eşarbımı da kuaför bir arkadaş süsledi... Ama eşarbım içime sindi, korktuğum gibi olmadı neyse ki... Sağolsun Leyla Ablam çok endişeliyim diye özenle istediğim gibi olmasını sağladı... Boleroyuda iyice iğneledi elbiseyle içine giydiğim badiye... Ve kendimi rahat hissettiğim bir gece yaşadım sayesinde...
      Gece bir oteldeydi, çok eğlendik sahiden... Gece yarısı herkes dağıldığında biz hala oturup muhabbet ediyorduk... Gelelim geceden bir  resime...


     Elbisem İzmit te bir işhanından sade bir abiye mağazasından... İsmini bile hatırlamıyorum ama İzmit'i bilenler için söyliyeyim Fethiye Caddesi üzerindeki Öztalay İşhanında bir mağazaydı... Bir çok yere baktım ama tesettüre en uygun ve giyebileceğim bu elbiseyi bulabildim... Abiyeler genelde popo kısmını aşırı belli eder cinste... Ama bu elbisenin kesimi ve hafif kabarık olması çok hoşuma gitti...
     Sevgili de biraz spor olmak istedi, kot pantalonun üzerine gömlek kravat ve blazer ceket giydi... Çok şık durdu bence... Kıravatı yok burada çıkarmıştık gecenin ilerleyen saatlerinde.. :))
                         Sevgilinin;
                                          ceketi:cashmere
                                          gömleği:polo
                                          Ayakkabı:Flo
                                          Pantalon:Loft
                         Benim;
                                           Elbisem ve bolerom:İzmit Öztalay çarşısı
                                           Başörtü ve aksesuarları:Diyarbakır Çizgiötesi Kuaför

Günlük elbisem, köy...

    Sevgiliyle sevgilinin dedesinin köyüne gidecektik(dedesi imamlık yapmış bu köyde yıllar önce ve herkes çok saygıyla bakıyormuş bizim aileye) ve sevgili bile çok nadiren gittiği için bu köye ben inanılmaz heyecanlıydım... Yeni insanlarla tanışacağız, farklı bir ortam, farklı bir kültür... Tabi hemen hemen  bütün bayanların bilmediği, yeni bir ortama gideceği zaman telaş yaptığı şey olan "O gün ne giysem?" telaşı başladı bende... Köy o eski köyler gibi, gelişmemiş, ücra bi köy... İnsanlar kapalı zihniyetli biraz... Abartı olmak istemiyorum doğal olmak istiyorum... Yabancı gibi olmak istemiyorum, O nlar dan gibi olmak istiyorum... Ve rüküş olmak istemiyorum, şık olmak istiyorum... Sonra bu elbisemi giymeye karar verdim...  Toprakla çok uyumlu olmuşuz değil mi? :)

       Altında vizon babetlerim var... Oraya gidince iyi bir seçim olduğunu anladım, çünkü bu köyde kadınlar hep elbise giyiyormuş ve benim elbisem de çok tatlı oldu... Üzerine de yazma örttüm, tam tatlı gelin olmuştum.... Herkes beni çok sevdi laf aramızda :))) Elbisem İzmitten... "Kızlar" adında bir mağazadan...  Fethiye Caddesi üzerinde bir mağaza... Ama bu elbiseden her yerde vardı geçen yıl... Şimdi de vardır heralde...  Vizon bir şal ve vizon babetlerle kombinliyorum ben...  Kol detayları, önündeki drapeler, kemeri... benim çok hoşuma giden ve giydiğimde yolda en az 5 bayanın nerden aldığımı sorduğu bir elbise.... Normalde kombinlediğim şeklini de sizler için  bir ara yayınlamaya çalışacağım... Şimdilik bu kadar... Zira Sude ayaklarımda ve bir an önce O nu yatırmassam uyanacak ve hiç bir iş yapamayacağım... :)) Çok güzel bir hafta sonu diliyorum sizler için şekerler... Çok mutlu olun olur mu?? ;)

Bovling

         Ne zaman canım sıkılsa sevgiliye "tatlişkooo, canım çok sıkılıyoo" diye sırnaşmaya ya da "Canım sıkılıyo benim, bişeyler yapmalıyız, geldiler bana, depresyona gircem şimdi"(ses tonumu hayal edin) diye çemkirmeye başlasam zavallım sevgili tüm olgunluğuyla  "Ne yapalım, ne istersin?" diye birşeyler yapmaya çalışıyor hala.. Ve ben hala "Ne bileyim, canı sıklan benim, bulsam sıkılmazdı zaten, sen bul diye" çemkirmeye devam ediyorum genelde... :))) İtiraf ediyorum ben sevgilinin en çok benim bile kendime tahammül edemediğim zamanlarımda bana tahammül etmesini seviyorum... Yok yok herşeyini seviyorum iyi ki bulmuşum ben O'nu ya canım canımmm... Neyse velhasıl kelam bovling bizim için eğlenceli, sevdiğimiz bir aktivite ama şu herkesin giydiği iğrneç ayakkabıları giymek var ya... Sırf bu yüzden gitmiyorum genelde... Sürekli oynamadığımız için ayakkabı almak da gelmiyo içimden "40 yılda bir hele Sude de var artık 50 yılda bir oynayacaz da, ayakkabı almaya ne gerek var" diyorum ama sonra da "Ama ayak numaramız değişmiyo ki, sürekli giyebiliriz bunu, bi kere alınacak bişey" diyorum...  Aradayım yani anlayacağınız... Sanki bıraksalardı galoşla gireydik oynayaydık ne olurdu değil mi?? Bırakmıyolar işte, tutuyolar bırakmıyolar ühühühü :'( Şaka bi yana şekerler var mı bovling oynamayı seven, kendine ait bovling ayakkabısı olan? Ya da bu iğrenç ayakkabıları giymek yerine başka bi şekilde oynayan?? :))

2 Eylül 2013 Pazartesi

9 aylık bebekle tatil :) Valiz- ihtiyaçlar-önlemler-tavsiyeler

      Eline 3 kuruş para geçse "Acaba nereye gitsek?" diye düşünmeye başlayan bi çiftiz biz... Yeni şeyler tadmayı, yeni yerler görmeyi, eğlenmeyi, şükretmeyi, uykusuzluktan gözlerimizi ovuşturana kadar film izlemeyi, antep fıstığı yemeyi, yüzmeyi hatta kollarımız uyuşana kadar kulaç atıp yarışmayı, kavga etmeyi, pasta yemeyi, değişik içecekler denmeyi, kebabı, birbirimizi, anne-baba olmayı, aile olmayı, trip yapmayı, küsüp küsüp barışmayı, sarılıp uyumayı, olmadık yerden kavga çıkarmayı, uyumayı, aşkı, yaşamayı deli gibi seven bir çift..
      Etrafımızdakiler çocuğunuz oldu artık, hiç birşey eskisi gibi olmayacak diyedursun Sude Naz 3 günlükken gezmeye başladık biz... Evet, hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktı... Herşey daha güzel, daha iyi, daha mükemmel, daha keyifli... olacaktı :)) Ve öyle de oldu...
       Bir önceki tatil postunda bahsetmiştim... Ben ocak ayı gelir gelmez parmaklarımı kontrol edemem... Klavyenin başına her ne zaman iş için geçsem parmaklarım tatille ilgili öneri blogları, acentaların siteleri, tatil siteleri, arkadaşların sosyal medyadaki  tatil önerileri... gibi aramalar yapmak ister... Hayal kurmaya başlarım.. Baharda yeni yerler
görmeyi... Kışın kayak yapmayı, üşümeyi, sıcak suya girmeyi, sıcak mandalina çayını... Yazın yüzmeyi, dondurmayı yemeyi... Sonbaharda hüzünlenmeyi, uzun karayolu ya da demiryolu yolculuğunu, yürümeyi...  Kurarda kurarım... Ta ki gerçek olana dek...
       Doğumda, 31 Temmuz günü yine benim acılarla başetme yöntemim olan hayaller sayesinde gıkım çıkmadan doğum yapınca ben, hemşireler "Ağrı eşiği çok yüksek sancıları hissetmedi" diye mırıldanadursun içimden cevap verdim ben O nlara "Ağrı eşiğim çok düşük acıdan geberiyorum ama minik ailemle güzel günleri hayal etmek çektiğim acılardan daha keyifli sadece"   diye de duymadılar tabi ki... :)) Taa o zman başladım ben normalde şubatta bir çeşit iç güdü olan tatil planlarıma :)) Doğumdan çıktım, sonra yaşanan stresler... Kararımı kesin verdim, tatili hakettim ben... :))
       5 ay mecalim olmadı ama hep aklımın bi köşesinde tatil planları...  5 ay sonra tam da bir ocak günü "PGS World Palece" diye bir otele rezervasyon yaptım sevgili işteyken... Sevgili geldiğinde "süprizzz, tatile gidiyoruz" deyince ben o da şaşırmadı tabii :)) Ee malını tanıyo adam...  He bi de Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş... :)
     
       Neyse lafı dolandırmadan zaman geldi tatil hazırlıkları başladı...

    Bebekle Tatil Valizine Neler Koydum?   

       **Doktorumuza  meleğim için yazdırdığım (böcek ısırması için ilaç, ağrı kesici ateş düşürücü, kaşıntı-alerji merhemi, öksürük şurubu, boğaz enfeksiyonu olduğunda kullanabileceğimiz şurup...) ilaçlar
       **Meleğimin mayosu, huggies in mayo bezi, şampuan, havlu, bol miktarda çıtçıtlı badi, yüksek faktörlü güneş kremi, ateşölçer, deniz suyu sıcaklığını ölçmek için derece, bi kaç elbise, kumaş mendiller, bez, bandana, şapka, şort....
       **Kuzuya minik boş kavanozlar... Otelde bebek menüsü saatinde uyuyor olursa öğünü kavanoza koyup daha sonra yedirmek için...
       **Uçakta uyanık olması halinde oyalamak için bi kaç daha önce görmediği oyuncak
       **Uçakta basıncın kulaklarını etkilemesini önlemek  için emzirememem halinde kulaklarını tıkamak amacıyla pamukcuklar
       **Tırnak makası
       **Su
       **Bizim  İhtiyaçlarımız(oldukça az :) bi kaç kıyafet-ayakkabı-terlik, kitap)

      Kuzumun mayosunu LC WAİKİKİ den aldım. LC Waikikinin mayo için en sevdiğim yönü genital bölgesinde yapışkanlı jelatin olması... Eğer denense bile jelatin olduğu için kumaşa değmiyor, ve jelatin yapışkanlı olduğu için çıkarılıp tekrar yapıştırıldığında anlaşılıyor...
      Mayo bezi ben herhangi bir kaka yapma durumuna karşılık mayonun içine giydirdim... Gayet kullanışlı olduğunu düşünüyorum. İki boyu var... Küçüğünü aldım ben... Bir kere kullandım attım, ıslanınca koku yapıyor çünkü...
      HUGGİES marka var benim bildiğim yalnızca... Üzerinde de LİTTLE SWİM gibi birşey yazıyordu... "minik yüzücü" gibi bişeydi tam hatırlayamıyorum...
      Uçakla gittik biz... Uçak neyseki kuzunun uyku saatindeydi. Uçuş boyunca uyudu... Bebekler çok ağladı, insanlar öfleyip püfledi... Ben zaten insanları rahatsız  ettiğimiz zaman çok huzurzu oluyorum, bir de kuzu ağlasaydı o huzursuz diye huzursuz olacaktım çok şükür yavrum beni bu derde sokmadı... Uçak kalkana kadar uyutmadım, meme de her ne kadar istesede yanımda getirdiğim ilgisini çekecek şeylerle oyaladım ve vermedim... Uçak kalkmaya hazırlanırken vermeye başladım, uyudu zaten... Sonra uçak inerken tekrar vermek istedim almadı ama ağlamadı da... Uyurken rahatsız olmadı sanırım... Dayanıklı yavrum benim, güçlü kızım :)) Annesine çekmiş...
      Oteli resimlerine ve tanıtımlarına bakarak ANITUR dan seçtim ki hersene öyle yapıyorum... Olumsuz çok yorum vardı nette ama benim çok çok memnun kaldığım, çok sevdiğim ve çok çok rahat ettiğim, hatta en sevdiğim oteldi...  Tekrar giderim kesinlikle "yeni yer göreyim içgüdülerimi bastırırsam"...
      Yorgun geleceğimizi söyledim odamızı hazırlamışlardı, kızım için bi yatak koymuşlardı, nevresimleri, bebek yastığı tertemizdi...
   

  Hatta Sude yeni tutunarak yürümeyi öğrendiği için park yatağın kenarında düzgün yürümeyi öğrendi... Yatak epey alçaktı, rahattı... Çekeleye çekeleye yatağı bozunca benim kuzu yeni bi yatak getirdiler ilerleyen günlerde... :))Şu altta gördüğünüz yeşi yatağı... Ben çok sevdim ayıcıklı nevresimleri vardı... Sude Odada olduğumuz zamanlarda hep bu yatakların içinde oynadı, hatta dediğim gibi yürümeyi öğrendi :))


      Biz Migrostan ki Antalya'yı bilenler bilirler 5 M li Migros var merkezde... Oradan bi kürek seti aldık kuzuya 5 TL ye çok eğlendi  onlarla... Malesef gittiğimiz otel Kiriş'teydi... Ve iki negatif yönü var Kiriş'in... Bir Türk çok az, hep ruslar var ve Rusça da bilmiyorsanız sıkıntı yaşayabiliyorsunuz, Türkçe duymayı özlüyorsunuz... İkincisi de denizi taşlık...

Oda oldukça ferahtı... Minibar ücretsiz... Tek sıkıntı kasanın ücretli olması... Ben şu ana kadar gittiğim herşey dahil otellerde hep kasanın ücretsiz olduğunu gördüm...İlk defa ücretli kasa gördüm... Odalar bahçe ve havuz manzaralı... Teras suitler var deniz manzaralı... Bizim odamız havuz manzaralıydı ben oldukça memnun kaldım... Otel çok çok büyük 108 dönüm sanırım arazisi ve benim için çok önemli  olan yeşil alanların çok olması bana oteli sevdiren özelliklerden biriydi... Futbol sahaları, teniz sahaları mevcut...


Odada uydu yayını var... Ve oda temizliği on numara... Yine 5 yıldızlı otellerde genelde olan ama beni her seferinde sevindiren ayakkabı sileceği-parlatıcısı, makyaj temizleme pamuğu, diş fırça ve macunu, peçete, bardak, şampuan, rengarenk dikiş ipleri ve düğmeler, dikiş iğnesi mevcut... Odada telefon var ve isteklerinize gayet hızlı yanıt alabiliyorsunuz... Balkon var,balkonda bahçe mobilyası var... Altta bakarsanız kızımın oturduğu sehpa ve iki koltuk... Negatif görüdüğüm ve garipsediğim lobide wifi ücretsizken odada ücretli ve herkes lobide elleirnde tabletler... :(( Bir film zileyeceksiniz önce lobiden netten indirip yukarı çıkmanız gerekiyor... Ki ben  o ara game of thrones a takmıştım kafayı...
Oda nın banyosunun küvet olması da bizim için oldukça avantajlıydı zira Sude ve babası küvette hergün duş aldılar...

Bebek menüsü var, çocuk büfesinde... 3 çeşit sebze püresi, meyveli yoğurt ve haşlama-yağsız et, muhallebi çıkıyor...  Ben oldukça  güvendim bu otele... Çok temiz ve özenliydiler... Ürünleri çok kaliteliydi... Kızıma bizim yediğimiz yemeklerden bile uygun olan varsa verdim zaman zaman ki bu konuda aşırı hassasımdır... kendi pişirdiğim yemeğe bile güvenmem bazen :)) Sağolsunlar... Ayrıca kahvaltıda tam tahıllı çok lezzetli çeşit çeşit ekmek ve peynir vardı...
   
     Bütün meyveler oluyordu muhakak her öğünde... Ve benim iştahsız kızımın bile iştahı açıldı ama bahtsız bedevi ben o çıkmayan diş belirtilerini tatilde gösteriverip çıkıverdi.
İştahı kesildi diş yüzünden sonrasında... :( Ama yine de çok eğlendik... Fotoğraflara baktıkça ben hala mutlu oluyorum O'nunla ilk tatilimizdi ve iyi ki 9 aylıkken gitmişiz, ertelememişiz... Zaman zaman bloglarda annelerin bırakıp gitmeyi planladıkalrını okuyorum ve diyorum ki bu tattan kendinizi mahrum bırakmayın... Ben "Henüz tam anlamaz" diyordum ama bebekler tatilde çok şey öğreniyorlar, çok eğleniyorlar... En azından bizim kız için öyle oldu... hastalanmasına rağmen... Sıcaktan yüzünde isilikler çıktı, doktorumuzun verdiği ilaçlar çok işe yaradı ki doktorumuzla sürekli temas halindeydik... Nasılsa yazdı diye kafamıza göre kullanamdık... Yüzünde alerji isilikleri çıktığı zaman doktorumuzu arayıp verdiği o alerji merhemini kullanıp kullanmamam konusundaki fikrini sordum, doktora gösterin kızamık falan olmasın dedi ateş de olduğu için... Gösterdik hem otelin doktoruna hem de kemere inip sağlık ocağındaki doktora alerji deyince doktorumuzun da önerisi ile veridği merhemi kullandık ve geçti çok şükür...

   
       Yemeklerden bahsetmişken mama sandalyeleri çok konforlu ve yeni alınmış ilk siz kullanıyorsunuz gibi tertemiz... Her yemekten sonra temizleniyorlar ve masasına bebek kaşığı çatalı, ıslak mendili(sadece sulu farklı bir mendil, sonradan aradım bulamadım) ve kağıt önlük koyarak streçle kapatıyorlar. Yani anlayacağınız bu otelde bebekle ilgili gönlünüz çom rahat.... Tek rahat olamayacağınız havuz, ondan da bahsedeceğim aşağıda...




        Tam sayısını bilmiyorum ama relax havuz, çocuk havuzu, boyu aşan havuz, aşmayan Havuz, jakuzi havuzu, dalgalı havuz, kapalı havuz, sıcak havuz.... gibi bir çok çeşit havuz var... 7-8 tane havuz var anlayacağınız... Havuzlar çok berrak ve temiz görünüyor, akşamları süpürge gibi birşeyle süpürüyorlar ve devir daim yapıyor AMA BEN ÇOK FENA MİKROP KAPTIM. Sude de idrar yolu iltihabı oldu... İnanılmaz eğlendi ama.... Bir daha gitsem havuza sokar mıyım?   Hayır... 

Gerçi orada bulunan emekli bankacı Dünyalar tatlısı bir ablayla şöyle bir diyaloğumuz oldu... "Yıllar önce İstanbul'daki  ilk havuzlu sitelerden birinde oturuyorduk. Çok temiz ve iyi bir site olarak bilinir hala... Arkadaşım olan uzman doktorumuza sordum, 'havuza sokayım mı oğlumu' 'Kesinlikle hayır, o kadar insan giriyor, tam olarak temizliğinin yapılması mümkün değil'dedi. Ogün bugündür nekendim havuza girerim ne de çocuklarımı soktum..." "Ki senin ki kız çocuğu, sokma yavrum"  Sonra sokmadım bir daha, zaten doktorumuz da "Denize sok faydalıdır hatta  ama havuza sokma" demişti, temiz görünce dinlemedim... Bir daha kesinlikle sokmayacağım :)) Fazla ilerlemeden atlattık ama daha kötü de olabilirdi...


O ablayla konuşmamızdan sonra Sude'nin havuz macerası bitti... Deniz'de henüz soğuktu bir iki kere girdi ama üşür diye sokmadım fazla... Sahildeki özel hazırlanmış, konforuna bayıldığım bu yanda görmüş olduğunuz(denizin hemen 5 m ilerisindeki) bu yataklarda meyvemizi yedik, uzandık, oynadık, öpüştük, koklaştık :)) Eğlenmenin dibine vurduk yavruşumla...

 


     Yukarıdaki resimde elinde görmüş olduğunuz derecemiz. Banyo suyunu ölçmek için almıştım deniz ve havuz suyunda kullandım :))) E bir de ördek şeklinde olduğu için oyuncak niyetine de hep yanımızda kaldı...






Gelelim bebek arabasına... Otelin bebek arabası var ama ücretleri bana fazla geldi, gitmeden önce arayıp sordum, günlüğü 10 dolardı sanırım...  Biz kendi arabamızı götürdük... İyi ki de götürdük yoksa yanmıştık... Zira elimiz ayağımız oldu... Akşam eğlencelerine O nun sayesinde katıdık... Kızım O nun sayesinde rahatça öğle uykularını uyuyabildi, akşamları uyku düzenini bozmadan erkenden uyutabildik, birbirmizle ilgilenebildik, Sevgiliyle başbaşa kalabildik...Yollarda O nun sayesinde rezil olmadık... İyi ki varsın arabamız muck muck... Şu anda tatile gitseydim bu tecrübeyle, ücretsiz olsa bile götürürdüm bizim arabayı çünkü uçağa kadar O'nunla gidiyorsunuz uçağın kapısında alıyorlar, tekrar kapıda veriyorlar... Beklemiyorsunuz, Check in yaparken vermiyorsunuz valiz teslim ederken vermiyorsunuz... Uçağın kapısına kadar rahatlıkla gidiyor yavrunuz  ve uçakta kullanacağınız eşyalarda sepetinde... Bence büyük rahatlık.. Aynı zamanda otelden çıkıp gezdiğiniz, para çekmeye gittiğiniz, alışveriş yaptığınız, o kavurucu sıcakta yürümek, dolmuş beklemek zorunda kaldığınız  zamanlarda arabanın gölgeliğini çekip yavrunuzu güneşten koruyabiliyorsunuz... En ufak bi sıkıntı verdi mi? Hayır... Sevgili "O'nu mu taşıyacağız" diye çemkirip durdu oysa gidene kadar... Annelik güdüleri işte :))



      Bu minik bandana kızımın başını oldukça korudu... Şapkadan daha başarılı buldum benn zira minik kuş şapkayı tek hamlede çıkarıyor oysa bandanayı bir iki çekeleyip benimde arkadan çaktırmadan desteklememle çıkaramadığını anlayınca vazgeçti ve çıkartma teşebbüsünde bulunmadı bir daha :))



     Minik kaplumbağanın saçlarını sevgili çiçekler taktı.... Kıskandım mı? Hayır tabi ki... Ama eskiden benim saçlarıma takardı... Olsun... :)) O dabenim yavrum neyse ki... Aralarındaki derin aşk beni ziyadesiyle kendine hayran bırakıyor...

     Bir öpüşmeler, koklaşmalar, İspanyol müziğiyle danslar... Yani "hooopp, ben de burdayım" deyip hatırlatmak mı gerek kendimizi illa... "Beni de alın n'oluuurr" :))) diyerekten bakıyorum ben şu anda O'nlara... Bir de boş durmayıp foto çekiyorum... Üstelik nispet yapar gibi kur yapıyor fıstığım da babasına... :))  Bi önüne bakmalar, utanma rolleri :))


       Şaka bi yana fotolardan da anladığınız üzere benim sevgililer eğlendiler epey... :)) Ben de tabi... Bakmayın benim fotolarda olmadığıma benim olmadığım fotoları seçtim de O'ndan... Meksika günüymüş otelde, (hergün bir tema oluyordu akşam yemeği ve akşam eğlencelerinde) benim yavrukuşlarda yanlarında görmüş olduğunuz iki görevlinin şapkasını taktılar espirisine... Ben de fırsattan istifade hemen foto çektim tabi...


     Biz gittiğimiz yerlerde muhakkak otel dışında da gezeriz, bölgeyi tanımaya çalışırız... Akşam gezintilerine çıkarız, yürüyüşe gideriz, esnafla muhabbet ederiz... Bu görmüş olduğunuz sevimli de bir esnafın yol arkadaşı... Benim kuzu annesi gibi hayvan, çiçek, böcek herşeye aşık olduğu için annesi gibi köpeği görünce de dayanamadı tabi... Sağolsunlar sevmemize izin verdiler de kuzum mutluluktan uçtu :) Ayakları yerden kesildi, bakmayın ben tutmuyorum aslında mutluluktan... Sırf deyimimiz gerçek olsun diye...
Anlatmadan geçemeyeceğim şu yanda görmüş olduğunuz bir pastane. Ve 11-188 saatleri arasında hizmet veriyor... Herşey dahil konsepti dahilinde... Ve şimdiye kadar yediğim en güzel pastaları yapıyorlar desem kesinlikle abartmış olmam...  Bir pastane düşünün :)) Siz pastayı, chesecake i, kurabiyeyi,  muffin i, muhallebiyi... seçiyorsunuz son derece nazik garsonlar gelip seçtiklerinizi ikram ediyor... Ve bu da ödediğiniz ücrete dahil... Yani yerken hesap yapmıyorsunuz... Ahh ahh... Özledim...


      Veee Son olarak da (daha çok anlatcak şey var da işte sıkmayayım sizi diye fazla uzatmayayayım  dedim, bu uzatmamış halim yani :) ) mini disko... Benim kuzular mini diskoda çılgınlar gibi eğlendiler... Sevgili de güya kuzuyu eğlendirmek için, kuzu da eğlensin diye orda, surat ifadesinden de anladığınız üzere kendi daha çok eğleniyor... El tren chucu chucu diye bi şarkı var, sude hala "çufu çuf çuf çuf çuf çuf" dendiği zaman yerinde duramıyo... :)) Mini diskoda çılgınlar gibi eğlenen kuzuya bir de diploma verildi... PGS OTELİN EN ŞEKER BEBEĞİ diye :)) Bir de mini diskonun cd sini hediye ettiler, çok güzel çocuk şarkıları var içinde...
      Bu arada  bi ara ayrı bir post olarak anılardan bağımsız bebekli tatil için  öneri ve ihtiyaç listesi şeklinde bir post yazacağım inş...  Yinde de sormak istediğiniz birşey olursa ben yazmadan sorabilirsiniz... Hepinizi öpüyorum :))




1 Eylül 2013 Pazar

Gördüğüm anda aşık olduğum bir panço... Cemil İpekçi-Mardin

Bu pançoyu bir Mardin ziyaretimde, yanlış hatırlamıyorsam Sabancı Müzesi'nin içinde bir butikte (ünlü modacı Cemil İpekçi'nin  Kasımiye Medresesinde defile yaptığı sıralarda) denedim... Butikteki bayan pançonun Cemil İpekçi nin tasarımı olduğunu söyledi... Her kimin tasarımıysa ellerine, gönlüne, gözüne sağlık çok güzel tasarlamış... Çok sevdim... Severek giydim :)) Sizinle de paylaşmak istedim...

Akvaryum-Florya

     Bir gün sevgiliyle İstanbul'a yaptığımız 3-5 günlük bir kaçamağı doyasıya değerlendirme çabaları içerisinde  program hazırlarken bir forumda okuduğum akvaryumun büyüleyici yolculuğu ile ilgili yazıyı hatırlamam sayesinde oldu  bu eşsiz gezinti... Tam bir balıksever hatta tüm canlılara aşık bir insan olarak ben büyülendim, başka bir Dünya'ya açılan bir kapıydı benim için Florya'daki o akvaryumun kapısı.... Alice'in Harikalar Diyarı'na geçişi gibi bir geçişti...
      İstanbul Akvaryum yanlış hatırlamıyorsam 'Dünya'nın en büyük tematik akvaryumu' olma özelliğine sahip kocaman bir akvaryum... Kendi sitesinde 'kendi alanında ilkleri ve enleri olan bir akvaryum' olarak adlandırılmış... Akvaryuma Karedeniz'den giriyorsunuz ve buzulları, yağmur ormanlarını... dolaşıyorsunuz... O kadar gerçek ki yağmur ormanlarında üzerinize damlayan yağmurlar, buzullardaki sizi üşüten soğuk hava gerçekten masalların gerçek olduğuna, bir zaman- mekan değiştirme makinasının ellerinizin altında olduğuna sizi inandırmaya başlıyor... Çıktığınızda büyülenmiş bir halde "woww" demekten kendinizi alamıyorusnuz...
      Alanların temalandırılmasında o bölgenin coğrafi özellikleri,  kültürel yapısı, tarihsel ve mimari yapısı düşünülerek alanların ışıklandırılması, görsel efektler düzenlenmiş...
      Ve beni en çok mutlu eden kısmı ise canlıların doğal ortamlarına en yakın ortamlar sağlanmaya çalışılmış ve yabancılık çekmemeleri açısından iyi bir misafirperverlik örneği gösterilmiş...
      Başınızın üstünde yüzen dev balinalar, köpekbalıkları, ayaklarınızın altındaki balıklar... zaman zaman sizi ürkütü zman zaman gülümsetiyor...
      Gelelim sizin için seçtiklerime... :))
    
Ben bu yanda görmüş olduğunuz Vatoz'a aşık oldum... Kalbim hızlı hızlı çarptı O 'nu görünce... Sarılmak istedim, öpüp koklamak... İnancımı sağlamlaştırdım... Sevimliliğine gülümsedim... Yaradan'a sonsuz teşekkür ettim... Dudakları, gözleri... Hayalet casper a benzeyen edası... :))  Bu dev akvaryumda en sevdiğim şeylerden biri de her balık türü, suda yaşayan canlı ile ilgili bilgilerin ilgili alana ayrılmış ekranlarda verilmiş olması... Böylelikle hiç tanımadığınız bir canlı ile bile çok yakından tanışmış oluyorsunuz... Vatozlardan bahsetmişken  bu sevimli canlı ile ilgili bir de bilgi vermek istiyorum ki beni çok şaşırtan bir özellik: Vatozların kuyruklarında elektrik varmış. Ve aslında bu  zararsız görünen sevimli canlıdan, kuyruğundaki elektrik sayesinde köpek balıkları bile korkuyormuş.Kuyruklarındaki elektrik vücutlarındaki özel bir organdan sağlanıyormuş ve ölümcül tehlikelere yol açabilirmiş.  Yani siz siz olun Vatozun kuyruğundan uzak durun :)) Ayrıca Vatozların yumurta keselerine biçimlerinden dolayı "deniz kızının çantası" denilirmiş :)) Bir gün "Kim 500.000 ister?" e katılırsanız belki sorarlar, aklınızda bulunsun... :))    
     

            Bu   altta görmüş olduğunuz kutup teması da benim en çok ilgimi çeken temalardan... Ve canlılar hakkında merak edebileceğiniz ve öğrenmek isteyebileceğiniz hemen hemen her bilgiyi bu görmüş olduğunuz ekranlardan bakabiliyorsunuz...                            
  • Bu deniz  kestanelerini isterseniz elinize alıp benim tabirimle sevebiliryorsunuz, sevgilinin tabiriyle dokunabiliyorsunuz :)) Tek canlılık özelliği dikenlerinin arada bir, nadiren kıpraşması.... Yoksa bir yumak dikenli telden farksızlar :)) Ama ben O nları elime alınca mutlu oldum... :)) Bu arada fotoğraflarda ben tesettürlü değilim, o sebepten fotoğraflar arasında benim olduğum fotoğraflar, en azından seçilebilecek şekilde göründüğüm fotoğraflar yok.. :))                                                                                                                                                                                                                                                              Sizin için seçtiğim son tema   Yağmur ormanları, bu ormanlar yıllık en az 1750-2000 mm yağışa dayalı, yüksek yağış miktarı ile bilinen ormanlardır.    Ve bu ormanlardan bahsedince akla aynı zamanda geniş yapraklı ağaçlar gelir tabi ki...                 Yüzünüze değen yağmur damlaları, bu ormanlarda yaşayan hayvanların uzaktan kulağınıza çalınan sesi ve muhteşem atmosferiyle işte ekvator yakınlarındaki bu ormanlardasınız...
                                                                                            




    Bu akvaryum beni büyüledi... Yani ben çok sevdim... İstanbul yakınlarındaysanız, İstanbul'a sık sık yolunuz düşüyorsa... Ya da bulunduğunuz ilde böyle bir akvaryum varsa bence denemeye değer... :))

                                    Akvaryum'un sitesinden sizin için sayısal verileri kopyaladım...
    • 6.800 metreküp su hacmine sahip, toplam 64 adet tank,
    • 100 dönüm arazi içerisinde, toplam 22 bin m2’lik 2 katlı dev proje,
    • İstanbul Akvaryum’a ait 1.200 araçlık 32 bin m2’lik otopark alanı,
    • 6.000 m2’lik ziyaretçi alanı,
    • Karadeniz’den başlayıp Pasifik’e kadar uzanan 1,2 kilometre uzunluğundaki, özel temalı gezi güzergâhı,
    • Birbirinden ilginç türlerin bulunduğu yaklaşık 1.500 çeşit,toplam 15 bin adet deniz ve kara canlısı,
    • 2 adet 15 kişilik 6 akslı 5D sinema salonu, 7 ayrı film izleme seçeneği, rüzgâr, sis, su gibi efektler yaşatan sıra dışı sistem,
    • İstanbul Akvaryum içerisinde 470 m2’lik alana sahip hediyelik eşya birimi,
    • Gezi güzergahı üzerinde 3 kafe,
    • Bir tarafı Panama Kanalı manzaralı, diğer tarafı deniz manzaralı 1 adet restoranı ," (rakamlar istanbulakvaryumun sitesinden alıntıdır) içinde barındıran akvaryum beni gerçekten etkilemeyi başardı... Şimdi Sude'yi de biran önce akvaryumla tanıştırmak istiyorum... Zira o da en az benim kadar  tüm canlılara aşık... :)                                                                                                          
                                  
    Sanırım öğrenci, yeşikin, grup, yıllık... gibi seçeneklerle giriş ücreti değişkenlik gösteriyor...

    Kampanyalar, güncel fiyatlar ve sormak istediğiniz diğer sorularınız için 4449744 ü arayabilirsiniz veya www.istanbulakvaryum.com dan daha detaylı bilgi sahibi olabilirsiniz.


    Not:Reklam yapar gibi oldu bu post ama yalnızca sevdiğğim bir mekanı tanıtmak için tüm samimiyetle yazıldı tüm yazılar... Hiç bir getirisi yok :)) Rahatlıkla güvenebilirsiniz samimiyetime... Hepinize öpücükler...